İHD 37 yaşında: Hak ihlalleri son bulsun!

17 Temmuz 2023 Pazartesi 17:15

Kuruluşunun 37. Yılını kutlayan İnsan Hakları Derneği’nde (İHD) genel kurul süreci ile Mersin Şubesi’nin de yönetimim yenilendi. Yeni yönetim hak ihlallerine dikkat çekerek, iktidara çözümler için çağrı yaptı.

İnsan Hakları Derneği (İHD) Mersin Şubesi, genel kurula giderek yeni yönetimini belirledi.

Özgür Çocuk Parkı’nda yapılan basın açıklamasında yeni Şube Başkanı Battal Gazi İnci, genel kurul süreci ile deprem sürecine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

 

İHD 37 YAŞINDA! İYİ Kİ İHD VAR!

Derneğin, 17 Temmuz 1986 yılında, 98 insan hakları savunucusunun ortak imzası ile kurulduğunu anımsatan İnci, derneğin, insan hak ve özgürlükleri alanında çalışmalar yapmayı amaç edindiğini vurguladı. “Kurucular arasında aydınlar, yazarlar, insan hakları savunucuları ve mahpus yakınları vardı” diyen İnci, “Derneğimiz, 12 Eylül askeri darbesi sonrası kurulan ilk sivil toplum örgütüdür. Bu yönüyle demokratikleşme ve sivilleşme açısından önemli bir yere sahiptir.

Derneğimizin kurulduğu yıllarda, askeri darbenin, tüm insan haklarını ihlal eden politikaları gündemdeydi. İşkence, idam, kayıplar, hapishanede mahpuslara yapılan işkenceler… İşte İHD, tüm bu ağır ihlallere karşı mücadele etmeyi şiar edindi.

İnsan Hakları Derneği, kurulduğu tarihten itibaren, resmi ideolojiye ve resmi politikaya karşı mücadele etmeyi kendisine görev bildi. Türkiye’de yerleşik resmi ideolojinin, kırmızı çizgilerini oluşturan Kürt sorunu, Ermeni soykırımı, Kıbrıs’taki askeri varlık gibi konularda birçok kesimden farklı olan düşüncelerini korkusuzca dile getirdi ve dile getirmeye devam ediyor.

 

‘YERLEŞİK RESMİ İDEOLOJİ KOYDUĞU SINIRLAR DIŞINDA KONUŞULMASINA, YAZI YAZILMASINA İZİN VERMİYOR’

İHD kurulduğundan bu yana görüyoruz ki yaşadığımız coğrafyada çok önemli insan hakları sorunları var. Türkiye Cumhuriyeti devleti gerek kendi iç hukuku gerekse taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle bu hak ihlallerinin oluşturduğu alanların hepsinde, yasal düzenleme yapması, uygulamalarını değiştirmesi gerekirken bir hukuk devleti olamadığından bunların hiçbirini yerine getirmiyor. Ne kendi iç hukukunu ne de altına imza attığı uluslararası sözleşmeleri uygulamıyor.

İHD kuruluşundan bugüne kadar en önemli sorunların başında ifade özgürlüğü geliyor. Çünkü her şeyden önce konuşmak ve derdimizi birbirimize anlatmak zorundayız. Ancak Türkiye’de yerleşik resmi ideoloji koyduğu sınırlar dışında konuşulmasına, yazı yazılmasına izin vermiyor. Bu nedenle birçok insan, yazdıkları yazılar, siyasi görüşleri, attıkları tweetler nedeniyle ya hapishanelerde ya da adli kontrol hükümleri altında yaşamlarına devam ediyorlar” dedi.

 

‘KÜRT SORUNUNDA YAŞANAN ÇÖZÜMSÜZLÜK POLİTİKALARI, ÇOK YOĞUN OLARAK KARŞIMIZA ÇIKIYOR’

Kürt sorununda yaşanan çözümsüzlük politikalarının, cumhuriyetten bu yana varlığını korusa da son derece otoriterleşen bu dönemde de çok yoğun olarak ortaya çıktığını belirten Battal Gazi İnci, “Bugüne kadar, Kürt sorununun geldiği nokta tam bir çözümsüzlük oluşturuyor. İnsan Hakları Derneği, insan hakları ihlallerinin en başında Kürt sorununun geldiğini sürekli dile getiriyor ve bu konunun çözümüne ilişkin önerilerde bulunuyor. Türkiye’nin Kürt sorununu kabul edip çözecek yeni bir barış sürecine ve toplumsal barışa ihtiyacı bulunmaktadır. Bununla birlikte, başta Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı talepleri olmak üzere ötekileştirilen tüm toplum kesimlerinin insan hakları taleplerini kabul edecek yeni bir siyasi iradeye ihtiyaç vardır. Türkiye’nin gerçek bir çatışma çözümü ile birlikte yeni ve demokratik bir Anayasaya ihtiyacı vardır.

İHD, Kürt sorununda uygulanan çözümsüzlük politikaları nedeniyle büyük yaralar almış bir dernek. Çok sayıda kurucu, yönetici ve üyemizi bu uğurda kaybettik. Vedat Aydın gibi birçok insanımız kontra cinayetlerde yaşamlarını yitirdiler. Bugüne kadar failleri ortaya çıkarılmadı, cezalandırılmadı.

Kürt sorununda, çözümsüzlük politikalarının egemenliği birçok siyasetçinin de hapishaneye girmesine sebep olarak gösterildi. Birçok HDP’li milletvekili, bugün sadece siyasi görüşleri nedeniyle hapishanede. Kürt sorunu alanında farklı görüşleri yazdıkları, yayınladıkları için birçok Kürt gazeteci de hapishanede. Maalesef ki ifade özgürlükleri ihlal ediliyor” diye konuştu.

 

“CAN ATALAY, MİLLETVEKİLİ HAKKINI KAZANMIŞ OLMASINA RAĞMEN HAPİSHANEDEN TAHLİYE EDİLMEDİ”

Yakın bir zamanda, genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçiminin gerçekleştiğini de anımsatan İnci, seçim sırasında ve sonrasında da birçok hak ihlallerine tanık olduklarını söyledi. İHD olarak bu konuda gözlemler yaptıklarını ve raporlar hazırladıklarını anımsatan İmci, “Çarpıcı ihlallerden biri de Türkiye İşçi Partisi’nden Hatay milletvekili seçilen Can Atalay’ın milletvekili hakkını kazanmış olmasına rağmen hapishaneden tahliye edilmemesidir. Maalesef ki yargının geldiği nokta sorunlu. Yargıçların bile kendilerini özgür hissetmedikleri bir hukuk ikliminde yaşıyoruz. Hukuk sisteminin tek bir merkeze bağlı olması Türkiye’nin hem yazılı iç hukuku hem de altına imza attığı uluslararası sözleşmeler bakımından çok ağır ihlaller yaratıyor. Büyük cezalara maruz bırakılan Osman Kavala ve tüm Gezi Parkı davası mahpusları ve kısa bir süre önce kendi yayınında yaptığı konuşma nedeniyle tutuklanan Tele 1 Televizyonu Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ da benzer ağır ihlallere örnektir.

 

“HAPİSHANEDE BULUNAN ADLİ YA DA SİYASİ MAHPUSLARIN ÇOK CİDDİ SORUNLARI VAR”

Derneğimizin önemli bir faaliyet alanı da hapishanelerdir. Hapishanede bulunan adli ya da siyasi mahpusların çok ciddi sorunları var. En önemli sorunlardan biri de hasta mahpusların durumu. Yargıtay kararları doğrultusunda, hasta mahpusların tahliye edilmesi için adli tıp raporları tek delil olarak kabul ediliyor. Tıp etiğine aykırı taraflı ATK raporları nedeniyle birçok hasta mahpus tahliye edilmeyerek ölüme terk ediliyor.

Hapishanelerde dayatılan, izolasyon politikası maalesef mahpusların yaşamlarını kötü etkiliyor. Özellikle hapishanelere konulan kamera sistemi kadın mahpuslar açısından, son derece rahatsız edici boyutlara ulaşmış durumda. Hasta mahpusların çoğu, sadece getirilip götürülme aşamasında gördükleri şiddet ve tehditler nedeniyle hastanelere gitmeyi dahi reddeder durumdalar.

 

“KADINA YÖNELİK ŞİDDET, OLABİLDİĞİNCE DEVAM EDİYOR”

Kadına yönelik şiddet, olabildiğince devam ediyor. Çünkü devletin kadına yönelik politikası Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nden tek bir imzayla vazgeçilmesiyle birlikte çok açık bir şekilde netleşti. Devlet, kadını evde oturan ve çocuk bakan bir insan olarak görmeye devam ediyor. Kaldı ki cumhurbaşkanının defalarca yaptığı açıklamalar, bu görüşü doğruluyor. Buna rağmen kadın hakları son derece etkin bir şekilde mücadelesini sürdürüyor. 

Türkiye Cumhuriyeti devleti Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. maddesinde tanımlanan ayrımcılık yasağına imza attığı halde, bugün LGBTİ+’lara yönelik büyük bir ayrımcılık ve nefret dili kullanmakta. LGBTİ+ mücadelesi büyük tehlike ve tehdit altında. LGBTİ+’ların tüm hak talepleri engelleniyor bastırılıyor, hatta tüm imkanlar kullanılmak suretiyle toplum LGBTİ+’lara karşı kışkırtılıyor. Bir varoluş, yok sayılıyor. İnsan Hakları Derneği olarak, LGBTİ+ hareketine yönelik tüm hak ihlallerine karşı onların yanında olduğumuzu sürekli dile getiriyoruz.

 

 

“ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ İHLALLERİ DEVAM EDİYOR”

Yerleşik devlet politikası nedeniyle ifade özgürlüğü alanındaki büyük hak ihlalleri örgütlenme özgürlüğü alanında da devam ediyor. Birçok örgütün, toplanma ve gösteri hakkı ellerinden alınmış durumda. Bu coğrafyanın, en meşru kabul edilen sivil itaatsizlik eylemi; Cumartesi Anneleri’ne yönelik herkesin gözü önünde devlet saldırısı gerçekleşiyor. Cumartesi Anneleri, 27 Mayıs 1995 tarihinden beri kayıp olan yakınlarını arıyor. 2018 yılında, 700. Haftada devlet güçleri tarafından yapılan saldırı sonrasında, Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuruda, Mahkeme, anayasanın 34. Maddesinin ihlal edildiğine ve Cumartesi Anneleri eyleminin Galatasaray Meydanı’nda yasaklanmasının örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiğine karar verdi. Anayasa Mahkemesi tarafından verilen bu karar doğrultusunda, Cumartesi Anneleri 14 haftadır Galatasaray Meydanı’na, tekrar çıkmaya başladılar. Türkiye’nin en yüksek hukuk kurumu olan Anayasa Mahkemesi tarafından verilmiş bir karar, onların haklılığını ispatlıyordu. Ancak 14 haftadır Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu bu karar, sadece bir Kaymakamın yasağı ile engelleniyor ve yok sayılıyor. Cumartesi Anneleri- Cumartesi İnsanları Anayasa Mahkemesi kararına rağmen şiddet kullanılarak, ters kelepçe uygulaması yapılarak gözaltına alınıyor, havasız araçlarda saatlerce bekletiliyor, ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakılıyorlar. Sadece coğrafyamızda değil, bütün dünyada meşruiyeti kabul edilmiş olan bu eylemin Anayasa Mahkemesi kararına rağmen böylesine bir baskı ile karşılaşmasını, insan hakları savunucuları olarak kabul etmiyoruz. Bu konuda mücadelemiz sonuna kadar devam edecek.

 

“ÜLKE BÜYÜK BİR EKONOMİK BUHRAN YAŞAMAKTA”

Türkiye Cumhuriyeti devleti, Kürt sorununda, devam ettirdiği çözümsüzlük politikası nedeniyle eğitime, sağlığa ya da daha önemli diğer alanlara harcanacak olan bütçenin büyük bir bölümünü maalesef savaşa harcanıyor. Türkiye ekonomisi, yanlış uygulanan politikalar, savaş ve kapitalizmin getirdiği çözümsüzlük sebepleriyle büyük bir ekonomik buhran yaşamakta. Gelir ve vergi adaletsizliği halkın çok büyük bir bölümünü maalesef ki açlık sınırında yaşamaya mahkûm etmiş durumda. Yaşanan bu ekonomik kriz bir yandan işsizliği derinleştirirken bir yandan da çalışma koşullarını giderek ağırlaştırıyor. Ayrıca, mülteciler ve kadınlar ucuz iş gücü olarak sömürülmeye devam ediyor. Çocuk işçiliği hala ciddi bir sorun olarak devam ediyor.

90’larda bile uygulanmayan bir yöntem olan KHK’larla birçok insan sorgusuz sualsiz işlerinden atıldı. Bu insanların maalesef çok büyük bir bölümü işlerine dönemedi. Sadece kişilere değil kişilerin ailelerine de büyük zarar verildi. İnsanların sofralarından ekmekleri çalındı.

 

“MÜLTECİ HUKUKU ÇERÇEVESİNDE YASAL DÜZENLEMELER YAPILMALI”

Küresel iklim krizinin sebep olduğu ekolojik yıkım ve Türkiye’de yaşanan plansız kentleşme, doğal çevrenin maden sahalarına açılması, HES ve baraj yapımı, insan eliyle gerçekleştirilmiş izlenimi verilen orman yangınları nedeniyle doğanın tahrip edilmesi maalesef devam ediyor.

Türkiye’de geçici statüler üzerine kurulu sığınma sistemi ve mültecilere yönelik kalıcı çözümlerden uzak politikalar nedeniyle mülteciler birçok hak ihlaliyle karşılaşıyor. Çalışma, eğitim, sağlığa erişim, seyahat, kültürel ve sosyal hakları yok sayılıyor. Hemen her alanda ayrımcılığa uğruyorlar. Siyasetçilerin ırkçı, nefret söylem ve eylemlerine maruz kalıyorlar. Kamplar ve Geri Gönderme Merkezlerinde suçlu muamelesi görüyorlar. Oysa mültecilik bir tercih değil sonuçtur. Mültecilerin insan onuruna yaraşır yaşam olanaklarına sahip olması için Geri Kabul anlaşmaları iptal edilerek uluslararası mülteci hukuku çerçevesinde yasal düzenlemeler yapılmalıdır” diye konuştu.

 

“UYGUNSUZ YAPILAŞMANIN, ŞEHİRLEŞMENİN, BETONLAŞMANIN İNSAN HAYATINA ZARARLARINI BİR KEZ DAHA GÖRDÜK”

6 Şubat 2023’de tüm coğrafyayı derinden etkileyen büyük bir acıyı, büyük bir felaketi yaşadık hep birlikte. 11 ili etkileyen büyük bir deprem meydana geldi. On binlerce insan, yaşamını yitirdi. Derneğimiz birçok üyesini, yöneticisini kaybetti. Diyarbakır’da Melike Alp, Antep’te Hüseyin İnan, Maraş’ta Ali Kaya, Salman Savranlı, Mehmet Ok, Mustafa Torun Adıyaman’da Sinan Serkan Arslan, Medine Taştan ve oğlu Ali Adar Taştan, Hatay’da Hatice Can ve Mithat Can, İskenderun’da Rafi Sümbültepe, Şeyhmus Günay, Mehmet Karlıdağ ve İzzettin Özgüç olmak üzere 15 üye ve yöneticimiz yaşamlarını yitirdiler. Onları hiçbir zaman unutmayacağız.

Uygunsuz yapılaşmanın, şehirleşmenin, betonlaşmanın insan hayatına zararlarını bir kez daha gördük. Depremin yarattığı zararların onarılamaz olduğunun farkındayız. Bizler, insan hakları savunucuları olarak bu depremde canlarımızı, arkadaşlarımızı, yoldaşlarımızı yitirdik.

O nedenle bu yıl, 17 Temmuz İHD kuruluş yıldönümünü depremde yaşamını yitirenlere adıyoruz. İyi ki İHD var!” dedi.