Avrupa şehirlerine turlarla ya da bireysel olarak tatil için giden, iş için giden, eğitim için giden, konferans, sempozyum gibi etkinlikler için giden kim varsa etrafımda, döndüklerinde söyledikleri ilk cümle, “Her yer pırıl pırıl tertemizdi” oluyor..
Dönüp bir de Mersin’e bakınca imreniyor insan bu temizliğe.
Üzülüyor insan, sıkça isyan ediyor, ‘Neden bizim şehrimiz de öyle pırıl pırıl değil’ diye..
***
Niyetim, Avrupa ülkelerini göklere çıkarmak, övmek değil!..
Oradaki şehirlerde bu temizliğin nasıl sağlandığını bir nebze de olsa anlamak.
Medeni olmak, şehirli bilincine ulaşmak, yaşadığın çevreye, yaşamı birlikte paylaştığın her canlıya, özellikle insana ve tabi ki kendine saygı duymak!..
Yani insanca yaşamak.
Yani İNSAN olmak!..
***
Bizdeki bütün mesele bu..
Hiç kimseye, etrafımızdaki hiçbir şeye saygı duymuyoruz.
Kendimize bile..
Kendimize saygı duysak bugün bu noktada olmazdık zaten..
***
Güzelim şehrimiz koskoca bir çöp kutusu adeta.
Her caddesi, her sokağı, her köşesi saygısız, duyarsız, vurdumduymaz insanların attığı çöpleriyle dolu.
O an elinde ‘çöp’ diye addettiği ne varsa fırlatıveriyor kaldırıma, caddeye, sokağa..
Başta sigara izmariti olmak üzere kağıt mendiller, peçeteler, pet şişeler, kutu şişeler, naylon poşetler, yediğinin içtiğinin artıkları, kağıtlar, bebek bezleri, hatta kadın pedleri..
Yürürken, arabadayken, parklarda, banklarda otururken ne varsa elinde fırlatıyor yere.
Seyir halindeki arabasının penceresinden caddenin orta yerine kül tablasını boşaltıyor, içtiği suyun şişesini, gazlı içeceklerin kutusunu, elindeki kirli peçeteyi, yediği çekirdek ve kuruyemişlerin kabuklarını, yediği meyvenin artığını fırlatıp atıyor pervasızca.